Bugünün Haberi
22 Ağustos 2025, 15:54
14

Bilim İnsanlarından Şok Uyarı: Çayı ve Kahveyi Böyle İçenler Kanser Tehlikesiyle Karşı Karşıya!

Çay ve kahveyi çok sıcak içmek, yemek borusu kanseri riskini ciddi şekilde artırıyor. Araştırmalara göre 65 derecenin üzerindeki sıcaklık hücrelere kalıcı zarar veriyor. Detaylar haberimizde…
Bilim İnsanlarından Şok Uyarı: Çayı ve Kahveyi Böyle İçenler Kanser Tehlikesiyle Karşı Karşıya!

Dünya genelinde milyonlarca insanın günlük alışkanlıklarından biri olan çay, kahve ve bitki çaylarının sıcak içilmesiyle ilgili yeni uyarılar dikkat çekiyor. Uzmanlar, özellikle 65 derecenin üzerinde tüketilen içeceklerin yemek borusu kanseri riskini ciddi şekilde artırdığını belirtiyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı, 2016 yılında çok sıcak içecekleri “muhtemelen insanlarda kanserojen” olarak sınıflandırmıştı. Son dönemde yapılan araştırmalar ise bu riskin hiç de hafife alınmaması gerektiğini gözler önüne seriyor. İngiltere’de yarım milyon kişi üzerinde yapılan bir çalışmada, günde sekiz fincandan fazla sıcak çay veya kahve içenlerin, bu alışkanlığa sahip olmayanlara kıyasla altı kat daha fazla yemek borusu kanseri riski taşıdığı saptandı.

İdeal İçim Sıcaklığı Kaç Derece?

Uzmanlara göre risk, içeceğin türünden değil, içim sıcaklığından kaynaklanıyor. Çok sıcak sıvılar yemek borusunun dokusuna zarar vererek hücrelerde kalıcı hasar bırakabiliyor. Zamanla bu hasar, mide asidinin de etkisiyle birleşerek kanser gelişimini kolaylaştırıyor. Ayrıca sadece sıcaklık değil, içme hızı ve yudum büyüklüğü de risk faktörleri arasında yer alıyor. 65 derecelik kahveden alınan büyük bir yudum, yemek borusunda 10 dereceye kadar ani sıcaklık artışına yol açabiliyor ve bu tekrarlandığında kronik hasara neden oluyor. Araştırmalar, çay ve kahve için ideal içim sıcaklığının yaklaşık 58 derece olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle uzmanlar, içeceği hazırladıktan sonra beş dakika bekletmeyi, karıştırma veya üfleme gibi basit yöntemlerle sıcaklığı düşürmeyi ve gerekirse soğuk su ya da süt eklemeyi öneriyor.

6 Ekim 2025, 00:18
4
(Güncellendi: 6 Ekim 2025, 00:18)

Yağlı Güreşin Bilinmeyen Yönü Asırlık Mirasın Gücü ve Onuru!

Türk kültürünün kalbinde yüzyıllardır yaşayan yağlı güreş, sadece bir spor değil, bir yaşam felsefesi. Güç, sabır ve inancın sembolü olan bu ata sporu, Kırkpınar’da her yıl onur mücadelesine dönüşüyor. Zeytinyağının ışıltısı altında yapılan her güreş, bir milletin ruhunu temsil ediyor. İşte yağlı güreşin kökenlerinden günümüze uzanan destansı yolculuğu…
Yağlı Güreşin Bilinmeyen Yönü Asırlık Mirasın Gücü ve Onuru!

Türk kültüründe binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan yağlı güreş, sadece kas gücüyle değil, inanç, sabır ve karakterle icra edilen bir spordur. Her kispet giyen pehlivan, sahaya çıktığında bir milletin onurunu temsil eder. Kırkpınar’da çalan davul zurna sesi, bugün bile Türk milletinin kalp atışı gibidir.

Kökenler: Orta Asya’dan Günümüze Uzanan Ata Sporu

Yağlı güreşin kökeni, Orta Asya bozkırlarında güç ve çevikliğin sembolü olarak doğmuştur. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde saraylarda dahi yapılan güreşler, bu sporun devletin himayesinde gelişmesini sağlamıştır.

Edirne’de her yıl düzenlenen Kırkpınar Yağlı Güreşleri, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras listesinde yer alarak, bu geleneğin uluslararası alandaki önemini tescillemiştir.

Pehlivanların vücutlarına sürdükleri zeytinyağı, hem dayanıklılığı hem de stratejiyi ön plana çıkarır. Bu yönüyle yağlı güreş, fiziksel gücün yanında zekânın da mücadelesidir.

Kırkpınar: Asırlık Geleneğin Kalbi

yüzyıldan bu yana devam eden Kırkpınar Yağlı Güreşleri, Türk milletinin en köklü spor organizasyonlarından biridir. Efsaneye göre, Rumeli seferi sırasında güreş tutan 40 Osmanlı askerinin hikâyesi, bu mirasın başlangıcıdır.

Bugün Kırkpınar’da kazanılan Altın Kemer, bir sporcunun sadece başarısını değil, karakterini de simgeler. Edirne halkı için Kırkpınar, bir spor etkinliğinden çok kültürel bir şölen, bir “kutlama”dır.

Pehlivanlık Ruhu: Güç, Sabır ve Onur

Gerçek pehlivanlık, sadece fiziksel güce değil, ahlaki değerlere de dayanır. Güreş öncesi yapılan selamlaşmalar, saygının bir göstergesidir. “Eline, beline, diline sahip ol” sözü, pehlivanlık ahlakının özünü yansıtır.

Pehlivan, rakibini yenmeye çalışırken aynı zamanda karakterini de sergiler. Bu yüzden Kırkpınar’da başpehlivan olmak, sadece bir unvan değil, milletin onurunu taşımak anlamına gelir.

Teknikler ve Kurallar: Zeytinyağının Zorlaştırdığı Mücadele

Yağlı güreşin vazgeçilmezi olan kispet, manda derisinden yapılır. Vücuda sürülen zeytinyağı, rakibi kavramayı zorlaştırırken mücadeleyi stratejik hale getirir.

“Paça kazık”, “kasnak”, “deste” gibi teknikler, yüzyıllardır aktarılan taktiklerdir. Her boyda farklı mücadeleler yapılır ve en üst kategori başpehlivanlıktır.

Zeytinyağı, aynı zamanda güreşi daha güvenli kılar; sporcuların darbelerden korunmasını sağlar.

Günümüzde Yağlı Güreş: Yaşayan Bir Miras

Modern çağda yağlı güreş, geleneksel köklerini koruyarak medyada daha geniş kitlelere ulaşmaktadır.

Her yıl Edirne Kırkpınar Güreşleri, binlerce turistin akın ettiği bir kültür festivali haline gelmiştir.

Bu etkinlik, hem turizm hem de kültürel diplomasi açısından Türkiye’nin tanıtımına büyük katkı sağlar.

Genç sporcuların ilgisiyle yağlı güreş, geleceğe taşınan bir miras olarak yaşamaya devam etmektedir.

Güreşin Yağı, Kültürün Işığıdır

Yağlı güreş, Türk milletinin geçmişiyle bugününü buluşturan bir kültürel simgedir.

Zeytinyağıyla parlayan bedenler, bir ulusun onurunu ve kararlılığını temsil eder.

Her pehlivan, sahaya çıktığında sadece rakibiyle değil, tarihiyle de mücadele eder.

Bu nedenle yağlı güreş, “mücadele”nin ötesinde “bağlılık” anlamına gelir. Ata sporumuza sahip çıkmak, kimliğimize sahip çıkmaktır.

İlginizi Çekebilecek Haberlerimiz

Aşağıya kaydırmaya devam edin...