Alaska’da gerçekleşen Trump-Putin zirvesi, küresel dengelerin yeniden şekillendiği bir dönemin işaret fişeği oldu. Ancak bu zirve, Soğuk Savaş sonrası dünyanın bir “Yeni Yalta” ile yeniden dizayn edilebileceği düşüncesini doğrulamaktan çok uzak. Artık ne Sovyetler Birliği var ne de ABD-Avrupa ortaklığı. ABD kendi iç krizleriyle boğuşurken, Avrupa birlik idealinden uzaklaşıp ulusal çıkar hesaplarına yöneliyor. İsrail ve birkaç küçük ülke dışında ABD’nin yanında risk alacak aktör kalmadı. Buna karşılık Rusya, Batı ile topyekûn bir çatışmanın ortasında varoluş mücadelesi veriyor. Zengin kaynakları Batı’nın iştahını kabartıyor ancak hiçbir masa, bu paylaşımı önleyecek güçte değil.

Türkiye ve Çin’in yeni rolü

Çin, sermaye, teknoloji ve askeri kapasitesiyle Batı’yı seçeneksiz bırakırken, Türkiye de Osmanlı sonrası ilk kez dünya sahnesinde gerçek bir güç olarak öne çıkıyor. Küresel merkez coğrafyada attığı stratejik adımlarla tarihi ve coğrafi dengeleri yeniden formatlıyor. Bu tablo, Türkiye’nin sabır ve akılla yürüttüğü jeopolitik hamlelerin sonuçlarını gösteriyor. ABD ve Rusya’nın dünyayı yeniden paylaşabileceğine inananlar, geçmişin ezberleriyle hareket ediyor. Oysa gerçeklik çok farklı: Soğuk Savaş dönemi anlayışı, bugünün dünyasını açıklamaya yetmiyor. Alaska Zirvesi’nin ardından, geleceği belirleyecek olan; Batı’nın da doğunun da ötesinde, yeni güç merkezleriyle oluşacak çok kutuplu düzen. İşte bu noktada Türkiye ve Çin, küresel oyunun en kritik iki aktörü olarak yükseliyor.