Filistin Kan Ağlarken İnsanlık Nerede Duruyor?
Gökhan Aksoy
Filistin’in silahlı direniş örgütü Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısı ve İsrail’in buna karşılık verdiği acımasız yanıt, bir haftadır tüm dünyanın gündemini oluşturan ana başlık konumunda. Dünya halklarının verdiği tepki genel olarak İsrail’i kınamak olsa da Batı devletleri ve medyası hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde İsrail’e yönelik anlayış, hoşgörü ve açıktan destek içerisinde. Konu özünde çok basit olmakla birlikte egemen devletlerin yöneticileri ve anaakım medya çarpık bir ideolojik yönlendirme yapıyor. Bize mazlumu zalim, haklıyı suçlu, soykırımcıyı demokratik gösteriyor. Suyu bulandırıyor, gerçeğe erişmeyi zorlaştırarak savaş suçlarına meşruiyet kazandırıyor. Yine de Bertolt Brecht’in de dediği gibi, aldatılmaya ve yanılgıya düşürülmeye çalışıldığımız bu süreçte dünyayı yorumlamaya çalışan bir düşünür olarak, okuduğumuz ve işittiğimiz bazı bilgileri düzeltmek için uğraşalım; yalan beyanların yerine, cümle cümle, doğrularını koyalım…
İsrail nedir?
İsrail, tarihsel olarak “Filistin” denen toprakların üzerinde resmi olarak 1948’de kurulmuş yeni bir devlet. Yahudilerin kendine ait bir toprağının olması gerektiği kabulünden hareketle, 19. yüzyılın ortalarında fikirsel tohumları atılmış, bu dönemde Filistinli Araplardan bir miktarı para karşılığı bir miktarı da zorla olmak üzere ilk toprak kazanımları gerçekleşmiştir. Birinci Dünya Savaşı sürerken Balfour Deklarasyonu denen bir belgeyle de ilk kez İngilizler Filistin coğrafyasında bir Yahudi devletinin kurulması gerektiğinden bahsetmişlerdir. Yıllar içerisinde çeşitli çatışmalar devam etmiş ve en nihayetinde İngiltere’nin ön ayak olmasıyla 1948 yılında İsrail’in kuruluşu gerçekleşmiştir. Filistin topraklarının bir kısmı da Filistinlilere bırakılmıştır. Yani özetle İsrail, baskı ve zora dayalı kurulmuş, suni bir devlettir. Filistinliler, açık bir şekilde kendi yerlerinden sürülmüş, kendilerinden olmayan bir milletin hakimiyeti altına girmişlerdir.
Hamas
Bir asırlık Filistin sorununun çözümü için Filistinliler zaman içerisinde siyasi bir zafer elde edemeyeceklerini anladığında çare olarak silaha başvurdular. İlk silahlı direniş örgütleri anti-emperyalist, Batı ve ABD düşmanı, sol karakterliydi. Hatta Deniz Gezmiş 1969 yılında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)’ne bir militan olarak katılmıştı. Sonradan direniş hareketi sol görünümlü olmasın diye bizzat İsrail ve ABD tarafından bu örgütlerin karşısında dini nitelikli Hamas büyütüldü. Bugün çeşitli sol örgütlerin de dahil olduğu bu Filistinli silahlı grupların en büyüğü ve en etkilisi Hamas’tır. ABD ve İsrail, Batı’nın gözünde savaşılan örgütün Müslüman kimliğinin ön plana çıkmasından hoşnuttur. Tüm dünyaya Hamas’ın motivasyonu sanki toprak kavgası değil de İslam’ı yaymakmış gibi bir izlenim vermek, İsrail’in işine gelmekte ve gerçekleştirdiği katliamlara gerekçe oluşturmaktadır.
Bugün
Özetleyecek olursak, “Filistin meselesi” denen şey, çok basit bir ifadeyle, birinin gelip sizi bulunduğunuz yerden kovması ve bunun karşılığında sizin vermiş olduğunuz hak mücadelesinden ibarettir. Bugün yaşananlar, sanki düne kadar her şey yolundaymış, Yahudiler ve Filistinliler barış içinde yaşıyorlarmış da Hamas durduk yere saldırı yapmış gibi bir noktadan hareketle yorumlanırsa konu anlaşılamaz. Olayın özüne, temeline inmek gerekir. İsrail topraklarında yüz yıldır kendilerine çizilen sınırlarda yaşamak zorunda bırakılan, tarihsel olarak kendilerine ait topraklarda açıkça aşağılanan, mülteci muamelesi gören, açlık, ölüm, hastalık, işsizlik ve fakirlikten başka bir şey görmemiş, özgürlüğü bir gün bile tatmamış bir halkın, hegemonyası altında bulunduğu faşist bir devlete dişlerini göstermesidir Hamas’ın saldırısı. Elbette ki sivillere doğrultulan her silah yanlıştır, kınanmalıdır, haklıyken haksız duruma düşmektir, davayı kamuoyu nezdinde sulandırmaktadır, bu kesinlikle meşru görülemez. Fakat Hamas’ın yaptığını kınayana kadar konuşmamız gereken o kadar çok şey var ki. İsrail, yıllardır bir halka hapis hayatı yaşatıyor ve düzenli aralıklarla onları öldürüyor. Fakat tüm dünya bu duruma o kadar alışmış durumda ki, İsrail sivilleri öldürdüğünde şöyle bir bakıp geçiyoruz, durumu normal karşılıyoruz, Ortadoğu’da sıradan bir gün diyoruz. Fakat karşı taraf aynı şeyi yaptığında tavrımız değişiyor; Hamas’ın bununla ne amaçladığını, festivalde eğlenen insanları neden öldürdüğünü, İsrail’in bu saldırıya misliyle karşılık vereceğini bilmesinden hareketle aslında kendi halkına kötülük yaptığını falan düşünüyoruz. Bu insani bir davranış değildir. İsrail daha geçen gün binden fazla insanın ölümüne yol açan bir hastane saldırısı gerçekleştirdi. İsrail’in bu saldırısını Hamas’ın saldırısına karşılık verilmesi mantıklı olan bir tepki olarak görürken, yıllardır zaten hep ölen Filistinlilerin İsrail’e saldırmasını aynı mantık içinde göremeyen Batı medyası asla utanmıyor.
Bitirirken, Türkler içindeki tartışmalara da bakalım. Güçlü bir çoğunluk İsrail karşıtı bir konum almış durumda olsa da bazı istisnai görüşler de var. Filistinlilerin Arap olmasından hareketle bu meselenin Türkleri bağlamadığı konuşulanlar arasında. Ya da zamanında topraklarını Yahudilere satan Filistinlilerin bugün yaşadıklarını hak ettiklerini düşünenler mevcut. Dünyanın neresinde bir zulüm varsa, tam karşısında olmak insanlık vazifemizdir. Irk/milliyet temelli değil, anti-emperyalist bir pencereden bakarsak, Filistinlilerin ırkıyla değil yaşadıkları vahşetle alakadar olabiliriz. Ya da tarihsel gerçeklerden bihaber bir şekilde, Osmanlı’nın Filistin topraklarını padişahın mülkiyetinden alıp tapulaştırmasının ardından fakir/toprak bilinci yeterince oluşmamış Arapların zengin Yahudi ve İngilizlere yerlerini bırakmasını görmeyerek ve bahsi geçen toprak satışlarının, mevcut tapuların sadece yüzde 5’i olduğunu unutarak meseleyi yalnızca “toprak satan Filistinliler” boyutuna indirgeyip bugünkü yaşananlara “oh olsun” demek büyük bir vicdansızlıktır.